Hakan Eroğlu Kaleminden “En büyük eksiğimiz, hâlâ birbirimizi yeterince sevmeyi öğrenememiş olmamızdır.”
Samsun ilimize bağlı 19 Mayıs ilçesi, gerek denize girilebilme imkânlarıyla, gerekse piknik alanlarıyla birçok vatandaşımızın yaz tatilini değerlendirdiği küçük, güzel bir ilçemizdir. Hele ki ağaçlık alan bulmanın zor olduğu bir dönemde, yeşilliğiyle, serinliğiyle, dinlenmek ve vakit geçirmek için gayet güzel bir yer. Hafta içi genellikle daha sakin olan bölgede belediye personeli arkadaşların çöpleri tek tek topladıklarına, tabiri caizse alanı tertemiz yaptıklarına şahit oluyorum. Peki, neden bunlardan bahsettim. Aslında anlatmak istediğim konu; ne olursa olsun ne tür bir eksiklik ya da yanlış yapılırsa yapılsın bir kesim tarafından suçun hep eğitim sisteminde olduğunun dile getirilmesi. Acaba gerçekten de suç eğitim sisteminde mi? Değilse kimde?
Genel olarak hafta içi sakin olan bölge, cumartesi ve pazar günleri insan seline dönüşüyor. Müthiş bir kalabalık. Denize girenler, top oynayanlar, mangal yakanlar, sohbet edenler, yatanlar, uyuyanlar, ne ararsanız artık. Mavi ile yeşilin bir arada olduğu bu güzel alanı gelin birde hafta başı görün bakalım. Aman Allah’ım… Buradan ne geçti, yoksa savaş mı çıktı demeniz içten bile değil. Çekirdek kabuklarından, içecek şişelerine, ıslak mendillerden, yemek artıklarına, kavun, karpuz çöplerinden bebek bezlerine kadar ki! Elli metre arayla kocaman çöp konteynırları mevcutken. Nasıl oluyor da bu kadar sorumsuz, bu kadar düşüncesiz davranabiliyor acaba insanoğlu? Okullarımızda en temiz sınıf, haftanın yıldızı gibi oyunlar daha okul öncesinde oynanmaya başlıyorsa, temizlik kuralları öğretmenlerimiz tarafından en ince ayrıntısına kadar öğretiliyorsa ki hiçbir anne baba çocuğuna çöpünüzü yola atın demiyorsa bu iş nasıl böyle olabiliyor? Suç kimde?
Peki, insanımızın canına, malına sebep olan trafik kurallarına uyulmamasına ne demeli? Sinyal yok, kırmızı ışık kavramı yok, ters yol kavramı yok, hız kavramı yok… Mesela vatandaş aracını öyle bir yere bırakıyor ki bütün trafik felç. Zaten ilçemizin sokakları dar, yolları bozuk. O ara bir ambulans, itfaiye geçecek olsa ya da acil bir durum meydana gelse ne yapacağız? Hâlbuki 3-5 metre ileride uygun park yeri var. Vatandaşa sorsan az işim var ya da iki dakika birine bakıp çıkacağım yüzsüzlüğü. Haksızsın desen zaten aldın başına belayı ki neyle karşılaşabileceğin maalesef belli değil. Suç eğitim sisteminde mi şimdi? Değilse kimde?
“Adalet bir gün herkese lazım olacak” genel anlamda en çok kullandığımız cümlelerden biridir. Ama ne zaman. Taraftarı olduğumuz bir takımın maçını yöneten hakemin verdiği kararlar bizim için sonucu olumlu etkiliyorsa, nasıl karar verdiği çok önemli değilken, aynı hakemin sevmediğimiz bir takımda farklı kararlar vermesi sonucu hakeme demediğimizi bırakmamamız nasıl bir adalet anlayışıdır acaba. Yada bir devlet kurumunda sıra almak söz konusu olunca verilen sıraya razı mı oluyoruz? Yoksa bir tanıdık bulup başkasının nasıl bir durumda olduğunu önemsemeden sıramızı öne mi almaya gayret ediyoruz?
Yada biri bir makama gelecekse liyakat mı önemli? Yoksa bizim işimizi yapacak birisinin mi olmasına dikkat ediyoruz? Yüzde 95’ i Müslüman olan bir ülkede çalmayı mubah sayıp ısrarla çalıyorlar ama yapıyorlar diyebiliyor muyuz? Yada farklı düşünüyoruz diye ülkeye zarar verenleri, ihanet edenleri masumlaştırma yarışına girebiliyor muyuz? Suç eğitim sisteminde deyip çocuğumuzu okula kayıt ettirirken bağış adı altında, el altından para verip şu öğretmene verelim o uzmanmış mı? Diyoruz yoksa. Yani herkese lazım olacak olan adaletin aslında işimize nasıl gelirse öyle mi işlemesini istiyoruz. Peki, olayların bu şekilde olmasının sebebi ne? Eğitim sistemi mi? Aile mi? Toplum mu? Biz miyiz?
Merhum Galip Erdem’in manası derin bir sözü vardır; “En büyük eksiğimiz, hâlâ birbirimizi yeterince sevmeyi öğrenememiş olmamızdır.” Tolstoy ise “İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır. Başkasının acısını duyabiliyorsa insandır.” Demiştir. Bu sözlerden yola çıkarak sorunun temelinde sevgi ve saygı kavramlarımızda bir eksiklik olduğunu aramamız gerektiğini düşünüyorum. Sevgi ve saygı kavramları aslında et ile tırnak gibidir. Bu duyguları içinde barındıran, bu şekilde yetişen, yetiştirilen çocuklar, yani aile içinde sevgi ile büyüyen çocuklar beraberinde saygıyı da kazanır ki buda onların yaşamlarına sirayet eder ve bu şekilde aile yaşantısıyla yetişen insanlardan meydana gelen toplumlarda olumsuz davranış biçimleri yok denecek kadar az görülür. Sevgi duygusu kazanılmamışsa, saygıda gelişmez empati duygusu da olmaz. Bu duygulardan mahrum yetişen insanlar her daim toplumda olumsuzluğa yol açar. Sayıları az olsa da zararları çoktur. Küçük sorun gibi görülen şeyler önemsenmezse büyük sıkıntıların önü hiç alınamaz. Hepimize büyük zarar veren bu davranışlara nelerin yol açtığı, sebepleri öncelik verilerek toplum bilimciler tarafından incelenmesi gereken bir konudur. Yoksa çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmek için gece gündüz çalışan anne babalar, onları topluma donanımlı, kaliteli bir birey olarak kazandırabilme mücadelesi veren eğitimcilerimizin eminim ki hiçbiri veya hiçbirimiz bu tarz davranışları tasvip etmiyoruzdur. Bunun için her birimiz üzerimize düşen görev ve sorumlulukların bilincinde olmalı, küçük adımlarla da olsa yapılan hataları düzeltmek için gayret göstermeliyiz. Bu basit gibi duran olumsuzlukların karşısında toplumca karşı olamadığımız müddetçe ne şiddetin, ne tacizin, ne tecavüzün, ne ahlak dışı evliliklerin, ne cinayetlerin, ne yasaklı madde kullanımın önüne geçebiliriz ve maalesef günden güne geleceğimizi kaybetmeye devam ederiz. Toplum olarak birliğimizi, dirliğimizi sağladıktan, birbirimizi sevip saydıktan sonra aşamayacağımız hiçbir sorun kalmayacaktır. Gelenekten geleceğe neşede, tasada bir olmayı başarmış büyük ve köklü bir milletin evlatlarına yakışan budur.