Hakan Eroğlu Yazdı

24 Mart 1970’de Ankara’da Ziraat fakültesinde yapılan cenaze töreninde annesinin feryadı yürekleri dağlıyor, gözyaşları sel olmuş akıp gidiyordu.

Süleyman’ım, oğlum, biricik oğlum…

Çilelerle yoğurulmuş her Türk anası gibi onunda gayesi; ufacık bakkal dükkânında kazanacağı helal lokma ile çocuklarını okutup, onları vatana millete hayırlı bir evlat olarak yetiştirebilmekti. Alışveriş dönüşü kahpe kurşunların hedefi olmuş aldığı zeytin, peynir, ekmek sağa sola kanlar içinde dağılmıştı Süleyman’ın.

Akif’inde dediği gibi “Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var” diyerek hayallerini kurduğu bağımsız Türkiye ve Turan ülküsüne olan inancıyla ma’bedinin göğsüne nâ-mahrem eli değmesin diye hayatının baharında şehadet şerbetini içmiş, şehit olmuştu Süleyman…

Ülkücü olmak bir nevi çileye talip olmaktı aslında. Merhum Galip Erdem’inde dediği gibi; “Ülkücülerin hayatı bambaşkaydı. Sözlüklerinde rahatlık kelimesinin yeri yoktu. Daimi bir mücadele içinde ömür tüketirlerdi.”

 Vatan sevgileri her şeyin üzerindeydi. Vatan işgal edilmesin, işbirlikçilere peşkeş çekilmesindi dertleri. Vefalı, duygusal adamlardı. Bir birleri için canlarını vermeye hazırlardı. Makam, mevki, para, pul… hiçbir önemi yoktu ülkücüler için… Öylede olmalıydı zaten.. Vatan olmayınca bunların ne önemi vardı. Kıyamazlardı birbirlerine ölüme bile yürürken... Öyle ki idam sehpasına yürürken Halil;

-Önce seni assınlar Selçuk, sen bana dayanamazsın diyerek nasıl koca yürekli bir yiğit olduğunu göstermemiş miydi bizlere? Kaç kişi yapabilirdi bunu?

Türk milletine, vatana yönelik her türlü tehdidin karşısında elif gibi dimdik dururlar, yüreklerindeki ay yıldızlı albayrak sevdasıyla, inandıkları Nizam-ı Âlem, ilah-ı kelimetullah davası” için canlarını seve seve vermeye hazırlardı her daim. İdam sehpalarına Allah-u ekber diyerek çıkar, celladından helallik ister, darağacında ölümü korkutan yiğitlerdi ülkücüler.

Ali Bülent Orkan, idamı ertelendiğinde; yarım kalan hatmi şerifini tamamlayacağı için sevinmişti sadece.Şehit olduğu zaman cebinden 35 kuruş para çıkmış ve otopsi sırasında da neredeyse iki gündür hiç bir şey yememiş olduğu tesbit edilmişti Yusuf İmamoğlu’nun.

Ya, sözde adalet olsun diye, bir sağdan, bir soldan astık diye idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu mektubunda Anneciğim, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin. Şunu hiçbir zaman unutmasınlar ki Mustafalar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır. Zafer her zaman Allah’a inananlarındır, diyen bir ülkü fidanıydı.

 

Önkuzu hey!  Önkuzu! ...
Önde gider Önkuzu...
Anası 'Dursun' demiş...
Durmaz... Gider Önkuzu.

            Annesine; Bu kan Süleyman’ın (Özmen) kanı sakın yıkama, mübarek şehit kanı; yarın Allah’ın huzurunda şahitlik edecek inşallah” diyerek verdiği ceketten birkaç ay sonra Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulunda eğitim alırken üç gün süren ve bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava basmaya varan ağır işkenceler yapıldıktan sonra, 23 Kasım 1970 günü, okulun üçüncü katından aşağıya atılarak şehit edilen Dursun Önkuzu… 15-20 kişide kalsak mücadelemiz sürecek diyen ailesinin tek evladı, tarih okurken tarih yazan Egede bir yiğit Fırat Yılmaz Çakıroğlu, namaz kılarken başına dipçikle vurularak şehit edilen Hüseyin Kurumahmutoğlu ve daha niceleri…

 

Binlerce kardeşimiz, ağabeyimiz ülkü davasına yoluna kanını, canını, ömrünü vermişti.  Genceciklerdi, anaları, babaları, kardeşleri vardı. Hayalleri vardı, yarım kalan sevdaları, kelimelerle anlatılamayacak hikâyeleri ve uğruna her şeyi göze aldıkları büyük Turan ülküleri vardı. Ne idam sehpaları, ne tabutluklar vazgeçiremezdi Yusuf yüzlüleri sevdalarından. Çünkü onlar nemelazımcı, bananeci değillerdi. Vatana, bayrağa dil uzatılırken sessiz kalamazlardı, kalmadılar. Baş verdiler, baş eğmediler. Çünkü onlar Ülkücüydüler, öyle yaşadılar ve öyle hakka yürüdüler. Rabbim, şehitlerimize makamların en güzeli olan Hz. Peygamber (а.s) ile birlikte mutlu bir sonsuzluğu nasip etsin. Allah onlardan razı olsun.

Biz onlara hakkımızı helal ediyoruz ama asıl onların bizlere hakkını helal etmesi gerekir diye düşünüyorum. Kim ki bu harekete hizmet etmiş, fayda sağlamışsa inandığı dava uğrunadır ve ömürlüktür. Biz çok emek verdik, çok mücadele ettik demek kolaydır. Bu büyük ve kutlu dava; ardına sığınılıp her şey benim hakkım diyerek, ya da “bizce” çok kutlu olan makamlara gelince her biri bir değer olan samimi kardeşlerimizi kullanmak suretiyle, her yeri dizayne kalkışmak, akılları bulandırmak, biz daha iyisini yaparız deyip farklı yollara sapmak, iftira atmak, karalamalarda bulunmak derdine düşünler er ya da geç hüsrana uğramış, başarılı olamamış ve dalından kopan yaprak misali bir o tarafa bir bu tarafa sallanmışlardır ve öyle de olmaya devam edecektir. Çünkü bu şekilde davrananlar; hesap yaparken ilahi adalette zaman kavramı olmadığını unutmuş, bugünlere büyük mücadele ve emekle gelen bu kutlu hareketin dualı bir dava olduğunu akıllarından çıkarmış, gaflete ve hıyanete düşmüşlerdir. Oysaki şehitlerimiz mücadelelerini “makam” uğruna değil “vatan” uğruna vermiş, imanlı, ihlaslı, vefalı gönül erleriydi. İşte bugün harekete hizmette doğruluktan, adaletten, dürüstlükten şaşmayanlar vefanın ne olduğunu biliyor ve ona göre hizmet ediyorlar. Çünkü Vefa sevgide, saygıda, sadâkatta bağlılıktır. Kula vefası olmayanın Hakka vefası olmaz. Vefa Ülkücü bir erdemdir. Çünkü Vefa; beşbin karanfilin yarım kalan hayallerine, hikâyelerine, sevdiklerine ve uğruna can verdikleri kutlu davalarınadır, kutludur, kutsaldır.