Hakan Eroğlu'nun Kaleminden

Türk tarihinin en önemli belgelerinden Orhun yazıtlarında; "Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye, babam İlteriş Kağan’ ı, anam il Bilge Hatun'u Tanrı, tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır” denilmekte ve yine “Ey Oğuz beğleri, milleti işitin, yukarıda mavi gök çökmedikçe aşağıda yağız yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir” ifadeleriyle Türk milletinin milli duygularının asırlardır var olduğu ve Türklüğün ilelebet yaşayacağının dile getirildiği apaçık ortadadır. Asırlardır süregelen bu hissiyat, milletin birbirine bağlılığı, örf, adet, gelenek ve görenekleri yaşatması, milli tarihlerine sahip çıkması, neşede, tasada, kıvançta bir olmaları, kederli günlerinde tek yumruk olmayı başarabilmeleriyle devam etmiştir.

Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir” sözünü sarf eden Mustafa Kemal Atatürk’ün; 

 “Taş kırılır, tunç erir; ama Türklük ebedidir.” , “Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” gibi sözleri kalplere işlemiş ve yedi düvele Türklüğe, Türkçülüğe verdiği önemi ziyadesiyle göstermiştir.

Milliyetçiliğin bir ülkenin bağımsızlığı için çok önemli olduğu dile getiren Atatürk; dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak önce kendimizi, milli benliğimizi ve değerlerimizi bilmeli, bunlara sahip çıkmalıyız. Milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaklardır, diyerek her daim Türk milliyetçiliğini ön planda tutmuştur. Mustafa Kemal’in ardından Türklük bilincine yeterli önemin verilmemesi, gençliğin milli hassasiyetler noktasında çok fazla bilinçlendirilmemesi gidişatı üzerine Türk Milliyetçilerinde büyük rahatsızlıklar oluşmuş ve başta Hüseyin Nihal Atsız olmak üzere aydın kesimlerden ve Türkçü gençlerden tepkiler doğması gecikmemiştir. Atsız o dönem sınırlı imkânlarla çıkardığı dergilerle Türk Milliyetçiliğine hizmet ediyordu. Dönemin tarih konusunda resmî tezlerindeki yanlışları eleştirdiğinden, önce üniversiteden uzaklaştırılmış; daha sonra öğretmenlikten kovulmuş, çıkardığı dergiler kapatılmış, her türlü baskıya maruz kalmış ama karakterinden, inançlarından, çizgisinden asla taviz vermeden dimdik bir şekilde mücadelesini sürdürmüştür. Bu minvalde, Atsız 1944’te dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na iki açık mektup yazarak, Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, devlet kadrolarında oluşan sıkıntıları aktarmıştır. Atsızın bu düşüncelerini dile getirmesinden rahatsız olanlar şikâyette bulunmuştur ve sonucunda mahkeme görülmesine karar verilmiştir. Durumdan haberdar olan binlerce öğrenci Atsız ve arkadaşlarına destek için gösteriler yapmışlarıdır. Bu gösteriler fırsat bilinerek birçok Türk Milliyetçisi tutuklanmış, pek çok Türkçü mahkemeye sevk edilip, tabutluklarda işkencelere maruz bırakılmıştır. Alparslan Türkeş’in 1944 Milliyetçilik Olayları kitabında bahsettiği üzere Tabutluk adıyla anlatılan yer yarım metre karelik bir yerdir. 40 cm genişliğinde, 50 cm uzunluğunda ve 2,5 m yüksekliğinde beton duvarlar arasına açılmış oyuklardır. İçine sokulan insan kapı kapanınca yere çömelmek suretiyle belinden ve kollarından prangalara bağlanmaktadır. Oyuğun tepesinde üçer adet beşer yüzlük ampul konulmuş, içeriye kapatılan insan 24, 48 hatta daha fazla saat süreyle aç susuz bırakılırdı. Hatta bazılarının kapıları tabi ihtiyaçları için bile açılmaz işkencenin dozu artırılır tabutluktan çıkarılan insan uzunca bir süre doğrulamazdı. Reha Oğuz Türkkan, bu yüzden bir gözünü kaybetmişti. Yaşanılan bunca sıkıntılara rağmen asla ve asla korkuya teslim olmamışlar, ideallerinden vazgeçmemişlerdir. 1944’ e kadar edebi sınırlar içerisinde kalan Türkçülük, bu tarih itibarıyla kitleleri ardına alan bir hareket halini almıştır. Bu sebepledir ki 3 Mayıs Türk Milliyetçiliği fikriyatı için büyük önem arz etmektedir. 3 Mayıs Türklük uğruna tabutluklarda çekilen çileye ve yine bu türlü felaketlere karşı Atsızcasına bir dik duruştur. Türklüğün, Türk devletinin ebedi olduğu tüm dünyaya gösterilmiştir. 3 Mayıs ruhunu yaşayanlar, yaşatanlar vesile olmuştur ki Türk Devletleri bağımsızlığını kazanmış, teşkilatını kurmuş, 30 yıl sonra gelen Karabağ zaferiyle bir nebze olsun acısı dindirmiş, Türkiye’nin,  Türk Dünyası arasındaki tek karayolu ulaşımı Zengezur geçidinin açılıp Turan’a giden yolda büyük adım atılmış, Türk milliyetçilerinin ideallerini her daim gerçekleştirmek için durmaksızın, yorulmaksızın mücadele edeceğini, fıtratın değişmediğini bu kanın bu canın yine aynı kan aynı can olduğunu göstermiş ve Türk ve Türkiye yüzyılı için emin adımlarla yürüyeceğinin işaret fişeği olmuştur. Bu anlamlı günde, Türklüğe gönül vermiş ve hizmette bulunmuş bütün dava adamlarını, rahmet ve minnet duygularıyla anıyorum. Selam olsun 3 Mayısta yürüyenlere, 3 Mayısa selam olsun…

 

Hakan EROĞLU