Hakan Eroğlu'nun kaleminden, Kelebek Etkisi

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada gezinirken karşıma bir fotoğraf çıktı. Önümüz pazar günü bir seçim olsa oyunuzu aşağıdaki adaylardan hangisine verirsiniz diye. Fotoğrafa şöyle bir baktım. Bir tarafta Dışişleri Bakanı Sn. Hakan Fidan, diğer tarafta ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Ekrem İmamoğlu. Tabi fotoğrafı paylaşan hesabın adı belli de kim ya da kimler tarafından paylaşıldığı belli değil. Peki, neden böyle bir paylaşım yapılmış olabilir?

Büyük bir kesim tarafından başarılı kabul edilen, aktif bir Cumhurbaşkanı, hali hazırda görevde iken neden yine başarılı bir bakanı iktidar partisinden aday olacakmış gibi göstermek isterler. Peki sunulan seçenek dış işleri bakanı da, neden içişleri bakanı, cumhurbaşkanı yardımcısı ya da damatlardan biri değil. Yoksa iktidar bir sonraki Cumhurbaşkanlığı için tercihini Sn. Hakan Fidan’dan yana mı kullanmıştır? Hiç zannetmiyorum. Çünkü iktidar partisinin adayı bellidir ve görevinin başındadır. Öyleyse fotoğrafı kurgulayanlar başka bir amaca hizmet ediyor olabilir mi? Sn. Cumhurbaşkanı sanki bir daha aday olmayacak algısı oluşturup, vatandaşı buna hazırlamak ya da parti içi koltuk savaşları başlatmak gibi…

Diğer taraftan görevinde başarılı, tüm anketlerde yüksek bir oy yüzdesine sahip ve neredeyse CHP’lileri adaylık konusunda ikiye bölen Sn. Mansur Yavaş varken neden Sn. Ekrem İmamoğlu? Hem de muhalefet adına birçok şey iyiye giderken ve son seçimlerde birinci parti olunmuşken.

            Oyunu kurmak isteyen belli ki tüm kesimleri hedef almak, karıştırmak istemiş. Herkes kendi içinde sorun yaşasın, çözümü başka odaklarda arasın gibi. Peki hedeflerine ulaşabiliyorlar mı? Şöyle; vatandaşla iç içe olup vakit geçirdiğinde anlıyorsun ki evet, olmayanı olmuş gibi, olanı olmamış gibi göstermek suretiyle ulaşabiliyorlar. Nasıl mı? Vatandaş diyor ki:

-Bakın, TBMM’de,  X partisinin verdiği önerge A partisi ve B partisinin oylarıyla reddedilmiş. İşte bu partiler böyle, dertleri çözüm değil ki, sorun. Tabi soruyorsunuz, meclis tutanaklarına baktınız mı ya da eğer reddedilmişse gerekçeleri var mıdır diye. Yok ben falan hesapta gördüm, çok sayıda kişi beğenmiş, paylaşmış yorum yapmış, yalan olacak değil ya. Sonra bir bakıyorsun vatandaşlar arasında ayrışma, tartışma, kutuplaşma başlamış. Demek ki oyun kurmak isteyenler bir şekilde vatandaşa ulaşmayı ve ayrıştırmayı başarıyor. Bu olay illaki siyasi bir konu ile ilgili olacak diye bir kaide yok tabiki. Sanat üzerinden, ekonomi üzerinden, spor üzerinden ki son zamanlarda özellikle futbol, insanlarımızı bir şekilde geriyor.

Ülkemizde gazete, dergi, kitap okuma oranının her geçen gün biraz daha azaldığı ve neredeyse %25-30’lar civarına kadar gerilediği ve bununla birlikte maalesef ezberci bir eğitim-öğretim sistemine sahip olduğumuz gerçeğiyle yüzleşince vatandaşımızın büyük çoğunluğunun araştırmaktan daha çok gördüğünü kabul etmesini normal karşılamak gerek. Diğer taraftan; herhangi bir ortamda sözde birlikte vakit geçiren arkadaşların birbirleriyle sohbet etmekten ziyade tüm dikkatlerinin ellerindeki telefonlarında olması, misal bankada yada hastanede sıra bekleyen bir annenin, çocuğu sessiz olsun diye eline telefonu tutuşturması, yaşını başını almış kişilerin video çekip fenomen olma heveslerinden hareketle, ülkemizdeki resmi verileri incelediğimizde internet kullanma oranının %90 seviyelerine ulaşması durumu epey bi örtüşmektedir.

Bir kelebeğin çırptığı kanatların oluşturduğu rezonansın binlerce kilometre uzaklıkta bir fırtınaya sebep olabileceği felsefesidir, Kelebek etkisi. Küçük bir kartopunun bir çığa neden olabileceği gibi bazen küçük gibi görünen şeylerin çok büyük etkilere yol açabileceğini göz ardı etmeyen, toplumun yapısını bilen, toplum mühendisi olarak tanımlanan kişiler için işte bahsettiğimiz gerek ülkemizdeki okuma oranları, gerek sosyal medya kullanımı algı manipülasyonu için bulunmaz bir fırsattır.  

Bir yazıda okumuştum. İtirafçı bir terör örgütü üyesinin sosyal medyayı nasıl kullandıklarını anlatıyordu. Her şey sistemli ve profesyonelce düşünülüyordu. Başlangıçta Atatürkçü, Milliyetçi, Ülkücü, Solcu, Dindar vs. sayfalar açarak farklı taktiklerle binlerce kişinin bu hesapları takip etmesi sağlanıyordu. Herkes kendinden bir şeyler bulabiliyordu bu sayfalarda. Belli bir sayıya, seviyeye, etki alanına ulaştıktan sonra aynı anda düğmeye basılıyor ve provakasyon başlatılıyordu. Dindar sayfalarda kul hakkı, Atatürk sayfalarında hedefin Atatürk’ ü yok sayıyormuş gibi gösterildiği paylaşımlar, Ülkücülere ve solculara da farklı noktalarda tahrik edici etkileşimler sunuluyor, gördüklerine inanan, sorgulama gereği duymayan büyük bir kesim tarafından tüm bunların kelebek etkisi misali dilden dile, kulaktan kulağa yayılması sağlanıyordu. Ülkeyi karıştırmak, insanları parçalamak için güzel bir yöntem seçmişlerdi.

Milli mücadele destanımız çok uzakta değil.  Dün denize döktüğümüz emperyalist güçlerin ise ülkemiz üzerindeki karanlık hedefleri hala devam ediyor. Bunu geride bıraktığımız yıllar içinde, binlerce yıllık kardeşliğimizi hedef alan, sağ-sol olaylarında, Alevi-Sünni, Türk Kürt meselelerinde çok açık bir şekilde görebiliriz. Bir gerçeğin altını çizmek gerekir ki artık savaşlar topla tüfekle değil teknoloji odaklı oluyor. Geliştirilen bir uygulamadaki küçük bir hareketle insanlar şekilden şekle sokulabiliyor, olmadıkları yerlerde gösterilebiliyor, söylemedikleri sözleri söylemiş gibi yayınlanabiliyorlar. Bugün bir bağımlılık haline gelen telefonlarla attığımız adımlar takip ediliyor, yapay zekâyla fikirlerimiz irdeleniyor ve maalesef düşüncelerimize yön verilerek bir şekilde farkında olarak veya olmadan esir ediliyoruz. Tabi insan düşünmeden edemiyor bu kadar hızlı gelişen teknoloji iyi midir, kötü müdür diye.

Teknolojinin hızla gelişimine yapacak bir şey yok gibi görünüyor. Bu sebeple bizler hangi konu olursa olsun uyanık olmalı, bir olayın önünü arkasını araştırmalı, tam çözümleyemediğimiz durumlarda aceleci değil sabırlı davranmalıyız. Oyunu kuranları az çok tahmin edebiliyorsak bizlerde milli menfaatlerimizi ön planda tutmalı, devletimize güvenmeli ve birlik beraberliğimize sahip çıkmalıyız.

 

HAKAN EROĞLU